Mevlana Haftası
(Belirli Gün ve Haftalar)
İnsan düşüncesine yepyeni bir mesaj veren ve İslam düşünürlerinin fikir sistemlerini, inanç akidelerini ruh, akıl ve sevgi üçgeni içinde sunan, insanlığa ahlak, din, ilim ve akıl yolunda heyecan katarak yeni ufuklar açan Mevlana Celaleddin-i Rumi, müstesna yüce bir varlık, ilahi bir ışık, manevi bir güneş, Muhammed Ali’nin bendesidir.
Bugüne kadar gönüller tutuşturan ve bundan sonra da insanı etkilemeye devam edecek olan Veli, kutup, pir, insan-ı kâmil, büyük şair gibi sıfatlarla isimlendirilen bu büyük insan hepimize ışıktır.
Gönüller sultanı Hz. Mevlana aşkın kemalidir; ama yalnız aşkın mı? Hayır, O tüm güzelliklerin kemalidir, ilmin de hikmetin de, aklın da…
O’nun insan düşüncesine verdiği en büyük mesaj Aşk, Sevgi ve Birliktir.
O, bir veli hüviyetiyle gönüller coşturmuş, bir pir, bir mürşit olarak insan kalbini saflaştırmış, bir bilgi kaynağı olarak insan aklını nur ile yıkamış, akıl ve gönülleri kirden kurtarmış, gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin temsilcisi olmuştur.
Onun içindir ki hangi âlim Mevlana’yı tanısa yücelmektedir. O’nun yoluna gönül koyan herkes kemale, sevgiye, insanlığa, bilgeliğe, hoşgörü ve yüksek ahlaka ulaşmaktadır.
O, hiç bir şeyi inkâr etmez ama her şeyi birler, bütünleştirir ve sevdirir. O, kimseyi ayrı görmez. Çünkü O, her şeyin Allah’ın zuhuru ve tecellisi olduğunu bilir ve bunu insan gönlüne ve insana hal olarak yansıtır.
Mevlana aziz ve yüce bir üstad’dır. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve bir düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve he rşeyi ile yüceliği öğreten bir HAL ABİDESİ’dir. Peygamber-i zişan’ın gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir.
“İnsan yaratılmışların en şereflisidir” düsturuyla her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hz. Mevlana sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür.
HZ. MEVLANA’YA GÖRE İNSAN
Hz. Mevlana’da insan, ölümlü ile ölümsüzü, iyi ile kötüyü, ilahi ile beşeri benliğinde toplayan bir birleştiricidir. İnsan ölümsüzlüğün, ölümlü beden içinde tekamül seyrini yaşamak için bu alemdeki görünümüdür. İnsan varlık ağacının meyvesidir. Bir rubaisinde şöyle seslenir:
“Suret suretsizlikten meydana geldi. Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren, mum ve petek değildir. Arı biziz, şekil ve çokluk sadece bizim imal ettiğimiz mumdur. Şekil ve cisim bizden vücuda geldi. Biz onlardan değil; şarap bizden sarhoş oldu, biz şaraptan değil.”
Hz. Mevlana varlığın özü, yani yaratıcı kudretle insanın özünü birleştirmiştir. İnsanın şeref ve yükümlülüğü, zevki ve çilesi işte bu birlikten kaynaklanmaktadır. Bu birlik insanı varlığın gayesi yapmıştır. Varlık, anlamını insanla kazanır. Yaratıcı eserini insanla seyreder, zira insan hakkın gözü ve aynasıdır.
Hz. Mevlana şöyle seslenir:
“Sen cihanın hazinesisin, cihan bir yarım arpaya değmez. Sen cihanın temelisin, cihan senin yüzünden taptazedir. Diyelim ki âlemi meşale ve ışık kaplamış; çakmaksız ve taşsız olduktan sonra o, iğreti bir rüzgârdan başka nedir?”
Yüce Hüdavendigar “Mümin müminin aynasıdır” hadisini açıklarken şöyle konuşur:
“Tanrı’nın adlarından biri de el-mümin’dir. İman eden kula da mümin denir. Mümin müminin aynasıdır demek, Tanrı onda, o aynada tecelli etti demektir.” O halde Hakk’ı insanda görmek gerekir. Bunu yapmayan, görmesini bilmiyor demektir.
Yine Mevlana şöyle seslenir:
“Murat sensin. Neden oraya buraya koşuyorsun? O, sen demektir. Ama sen, sakın ben deme, hep sen diye söyle. Göz dürüst görürse, sen O olursun. O da sen olur.”
“Ey Tanrı kitabının örneği insanoğlu! Ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu varlık. Her şey sensin. Âlemde ne varsa senden dışarı değil. Sen ne ararsan kendinde ara, çünkü her varlık sende.”
İnsanın bu şerefi bedava değildir. Bu şerefin beraberinde getirdiği sorumluluk ve ıstırap da büyüktür. İnsanın şerefi gibi, sorumluluğu ve ıstırabı da varlığın en büyük sorumluluk ve ıstırabıdır. Mevlana’nın kavgası eşyaya boyun eğen insanı, eşyayı boyun eğdiren bir yaratıcı benlik haline getirmek içindir.
İnsan, ne olduğunu anlamak için nereden geldiğini anlamak zorundadır. Mevlana’ya göre böyle bir anlayış Yaratıcı kudretten koptuğunun bilincinde olan insanın nasibidir.
“Tanrı, ululuk sırlarını insanda belirtmiştir. İnsanın önünde canla, gönülle, bedenle gerçekten bir secde ettin mi ne yana dönersen orası gönlüne Kabe olur.”
Mevlana yine bir beytinde:
“Bedenin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit; çünkü sen büyük bir şehirsin; belki de bir şehir değil, binlerce şehirsin sen. Her şey sensin; her şeyden öte ne varsa o da sensin; O da senden ibaret.”
İnsan geçirdiği bu kadar maceraya rağmen kendi değerinin henüz farkında değildir. Kendisini kuşatan dünyanın nice tufanına tanık olmasına rağmen kendi içinde sakladığı tufanların henüz idrakine varamamıştır.
“Âdemoğlu dediğin, dünya sandığına konmuş bir aslandır. Sandık kapanmış, kilitlenmiştir. O da kendisini yorgun ve bitkin göstermektedir. Ama günün birinde bir coştu, bir kükredi de sandığı kırıp parçaladı mı nelere gücü yettiğini, ne işler edeceğini o vakit görürsün.”
“İnsanların taş yüreklerinde öylesine bir ateş vardır ki perdeyi kökünden yakar. Perde yandı mı, insan Hızır hikâyelerini de tamamen anlar. O eski aşktan gönlün içinde yeniden şekiller meydana gelir.” Ve yine şöyle seslenir yüce Mevlana:
“Sen ya Tanrı nurusun ya da Tanrısın; onun mazharısın. Şu dönen göğü Tanrı’ya layık görme, yıldızlarla ayda irade, bir özgürlük var sanma. Güneşlerin güneşi sensin. Şu gök kubbede dönüp duran güneş başı bağlı bir topal eşek gibidir.”
Din, dil, ırk ayırmayan, her şeyi ve herkesi Tanrı’nın bir parçası olarak gören yüce Mevlana’nın kadını bu düşüncenin dışında tutmadığını anlatmaya herhalde gerek yoktur. Her zerrenin Tanrı’nın birer parçası olduğunu belirten bu büyük insanın cinsiyet ayrımı yapabileceğini düşünmek ancak cahilliktir. O’na göre Tanrı katında cinsiyet yoktur. Dolayısıyla maddi âlemde de cinsiyet ayrımının getirdiği davranış farklılıkları olmamalıdır.
Hz. Mevlana aşkla, müzikle, sema ve şiirle beslenip gelişen bu dinler üstü yolda kadına da büyük bir önem vermiş, her konuda olduğu gibi bu konuda da çağın ötesinde düşünmüş ve uygulamıştır. Kadını hayatın diğer parçaları gibi, belki de daha fazla önemsemiştir. Onları hayatın içine çekmeye çalışmış ve devrin şartlarına aldırmadan, hiç çekinmeden insanlığın kadınla birlikte var olduğu mesajını tüm âleme vermiştir.
Mesnevisinde,
“Kadın bir Nur’dur sevgili değil, kadın yaratıcıdır yaratılmış değil…” sözleriyle kadına bakışını çok net olarak tanımlayan Hz. Mevlana, onu “yaratan kudret” mertebesine çıkarmış ve yaratıcılığın simgesi olarak göstermiştir. O her şeyden önce, kadının kapanmasının ve örtülmesinin aleyhindeydi. “Fi-hi Mafih” adlı eserindeki bir fasılda, karısını örten kapatıp kimseye göstermeyen erkeği ‘koltuğunun altına bir somun ekmeği saklamaya çalışan insan’a benzeterek kınamıştır. Gizlenmenin ve örtünmenin karşısındaki insanın daha çok merakını arttıracağını ve görme duygusunu kamçılayacağını belirten Mevlana bunun sadece kötülüğü arttıracağını ifade etmiştir.
Kadının veya erkeğin değil, insanın iyisi ve zararlısı olduğunu söyleyen Mevlana, bu görüşlerini hayatında da uygulamıştır. O’nun bir çok kadın müritleri vardı ve onların davetlerine hep uyar, aralarına katılır onlarla şiirler okur ve onlarla sema derdi. Hz. Mevlana’yı seven kadınlar onun başına güller serperdi.
Hz. Mevlana tek kadınla yaşamış, cariye ve köle kullanmamıştır. Oğlu Sultan Veled‘e yazdığı bir mektupta zevcesini hoş tutmasını, ona saygı göstermezse kendisini de incitmiş olacağını belirtmiştir.
Hz. Mevlana öyle bir potadır ki oraya atılan her madde, orada yeteneğine göre en uygun gelişimini bulmuştur. Oraya düşen her zerre güneşlere ışık salan bir hal almış, padişahlara buyruk yürütmüş, tahtsız taçsız gönüller hakanı sayılmış, ya da yokluğa karışmış, addan sandan geçmiş, insanlığa bir iksir olmuş, soluk alanların ciğerlerine işlemiş, yeni bir arayış gücü vermiştir.
En güzel görüş Mevlana’nın nazarıyla beslenmiş, gelişmiş, en tatlı ses Mevlana’nın konservatuarında ahenkleşmiş, beste olmuş, en gerçek bilgi Mevlana enstitüsünde metodlaşmış, şaheser vermiş, en insani duygu Mevlana hareminde olgunlaşmış, kudret haline gelmiştir. Mevlana, kendisine gönül verenleri hem kendi asıllarına kavuşturan, hem içinde bulunduğu çağa göre, topluma göre en yararlı olacak şekilde
yetiştiren bir “İnsanlık üniversitesidir”. |