Pabucu dama atılmak: Kendisinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını kaybetmek."Yeni bir elektrikçi aldılar, desene Murat`ın pabucu dama atıldı."
Pabucunu ters giydirmek: Güç bir duruma düşürerek telâşlandırmak, bu telâşla kaçmasına sebep olmak."El oğlu bu, adama pabucunu ters giydirir, tetikte olmalı insan."
Pabuç bırakmamak: Yılmamak, korkmayıp yapacağından vazgeçmemek."Ben öyle olur olmaz insanlara pabuç bırakmam."
Pabuç pahalı: Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır."Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü."
Paçaları sıvamak: Bir işi yapmak için hazırlanmak."Bir an önce paçaları sıvayıp işe başlamak istiyordu."
Paçası düşük: Giyimine, kılık kıyafetine pek dikkat etmeyen, sünepe.
Paçayı kaptırmak: 1. Yakalanmak, ele geçmek. 2. Giriştiği işten vazgeçmek istediği hâlde kendini kurtaramamak. 3. Dilediği gibi davranamamak."Paçayı kaptırdık bir kere, yakamızı kurtaramıyoruz."
Paçavrasını çıkarmak: Çok hırpalamak, sağlam yerini koymamak, işe yaramaz bir duruma getirmek."Beş kişiydiler, adamın paçavrasını çıkardılar."
Paçayı kurtarmak: Bir ilişkiden veya önce girişip sonra pişman olduğu bir işten yakasını sıyırmak."Çok şükür şu belâlı işten paçayı kurtardık."
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
Paha biçilmez: Çok pahalı, kıymeti ölçülemeyecek kadar yüksek."Paha biçilemez tablolar sergilenmişti."
Pahalıya mal olmak: Kolay elde edilememek; para, özveri ve emek gerektirmek; zarara ve sıkıntıya yol açmak."Bu ev size pahalıya mal olsa gerek."
Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan."Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık."
Palavra atmak: Abartarak söylemek, yalan söylemek, olmayacak şeylerden söz etmek.
Paldır küldür: 1. Büyük bir gürültü ile. 2. Ansızın ve kurallara uymaksızın."Paldır küldür merdivenlerden inmeye başladılar."
Pamuk ipliği ile bağlamak: Etkisi az sürecek, köksüz, geçici bir çözüm yolu bulmak.
Paniğe kapılmak: Çok korkmak, telâşa sürüklenmek."Çocuklar paniğe kapılacaklar diye endişeleniyorum."
Papara yemek: Çok azarlanmak."Çabuk olun, annemden papara yemek istemiyorum."
Para babası: Çok zengin, parası bol olan.
Para canlısı: Parayı çok seven, paraya düşkün.
Para çekmek: 1. Banka veya benzeri bir yere yatırılmış parayı geri almak. 2. Bir kimseden çeşitli yollarla para sızdırmak.
Para dökmek: Bir şey için çok para harcamak."Düğün için az para dökmedi."
Para etmemek: 1. İşe yaramamak, etkili olmamak. 2. Değeri pahasına satılamamak."Bu malların para edeceğini sanmıyorum."
Parasını sokağa atmak: Değeri olmayan bir işe ya da mala para vermek.
Para kesmek: 1. Çok para kazanmak. 2. Devletin çok para basması."Bizim büfe âdeta para kesiyor."
Para sızdırmak: Kandırarak, zorlayarak birinden para almak."Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar."
Para tutmak: 1. Parasını idareli harcayıp kalanını biriktirmek. 2. Satın alınan şeyin karşılığını para olarak hesaplamak."Aldığımız eşyaların hepsi kaç para tuttu dersiniz?"
Paraya çevirmek: Bir malı verip yerine para almak."Gidin, şu dolapları paraya çevirin de gelin."
Paraya kıymak: Gereken yerde para harcamaktan kaçınmamak.
Paraya para dememek: 1. Çok para kazanmak. 2. Bol para harcamak. 3. Elde olan parayı az bulmak.
Para yapmak: Para kazanıp biriktirmek."Gurbete para yapmaya gitti."
Para yedirmek: İşini yaptırmak için birilerine kanunsuz, hak etmedikleri parayı vermek; rüşvet vermek."O binayı yaptırmak için belediyeye az para yedirmediler."
Para yemek: 1. Çok para harcamak. 2. Rüşvet yemek, görevini kötüye kullanıp bir iş yapmak için birinden para almak."İnsanlar artık açıktan para yiyorlar."
Parmağı ağzında kalmak: Çok şaşırmak, hayrete düşmek.
Parmağına dolamak: Bir konuyu her fırsatta, her yerde ele alıp konuşmak, o konu ile uğraşmak.
Parmağında oynatmak: Birine her istediğini yaptırmak, onu kukla gibi kullanmak."Beni parmağında oynatamayacaksın alçak herif."
Parmağını bile oynatmamak: Hiç tepki göstermemek, kayıtsız kalmak."Beni dövdüler ama o parmağını bile oynatmadı."
Parmak basmak: 1. Bir nokta üzerine dikkati ya da ilgiyi çekmek. 2. İmza yerine parmağını mürekkebe batırarak bir yere bastırmak.
Parmak hesabı: 1. Parmakları kullanmak suretiyle yapılan hesap. 2. Hece vezni."Bizim bakkal hâlâ parmak hesabı yapıyor."
Parmak ısırmak: Büyük şaşkınlık duymak, hayrete düşmek."Yaptığım tatlıyı görünce parmaklarını ısıracaklar."
Parmak kadar (çocuk): Yaşça çok küçük, pek küçük (çocuk)."Parmak kadar çocukla iş yapılır mı?"
Parmak kaldırmak: 1. Olumlu oy vermek için el kaldırmak. 2. Bir toplulukta söz istemek için işaret parmağını kaldırıp diğerlerini yumarak el kaldırmak."Parmak kaldırarak söz istemeyi öğrenin artık!"
Parmakla gösterilmek: 1. Bir şey az bulunmak. 2. Seçkin, ünlü olmak."O, çevresinde parmakla gösterilen bir adamdı."
Parmaklarını yemek: Bir yemeğin çok lezzetli olduğunu anlatmak için kullanılır."Böreği değil, parmaklarımızı yedik âdeta."
Parsayı başkası toplamak: Verilen emek karşılığını, emek veren değil, bir başkası almak."Biz durmadan çalışalım parsayı da başkası toplasın olmaz öyle şey!"
Partiyi kaybetmek: 1. Biriyle çekiştiği bir konuda yenilmek. 2. Elde etmeye çalıştığı bir kazancı bir başkasına kaptırmak.
Pasaportunu vermek: Kovmak, işten atmak."Patron üç işçinin pasaportunu eline verdi."
Pas geçmek: Üzerinde durmamak, caymak, vazgeçmek, aldırış etmemek.
Patırtı çıkarmak: Kavga, kargaşa, gürültü çıkarmak."Patırtı çıkarmadan oturun, babanız uyuyor."
Patlak vermek: Gizlenen ya da hoş karşılanmayan bir durum aniden ortaya çıkmak."Kim der di ki savaş bu sabah patlak verecek."
Pay biçmek: Bir fikir elde edebilmek için, durumu bir şey ile kıyaslamak.
Payını almak: 1. Azarlanmak. 2. Kendine düşen kazanç miktarını almak.
Paye vermek: Adam yerine koymak, değer vermek.
Payidar olmak: Kalmak, yok olmamak, yaşamak."Milletimiz ilelebet payidar olacaktır."
Perdesi yırtık: Ar damarı çatlamış, utanmaz, arlanmaz."Perdesi yırtılmış adamın, baksana neler söylüyordu!"
Pergelleri açmak: Uzun adımlarla yürümeye başlamak."Pek vaktimiz yok, pergelleri açın da geç kalmayalım."
Pay çıkarmak: Bir olay ya da davranıştan tecrübe kazanmak, hisse kapmak, tutulacak yolu belirlemek.
Pes demek: Mağlubiyeti kabul etmek, başkasının üstünlüğüne boyun eğmek."Yenileceğini anlayınca sırtı yere gelmeden pes dedi."
Pestil gibi olmak: Çok yorulmuş olmak; kımıldayamayacak kadar bitkin, güçsüz düşmek.
Pestilini çıkarmak: 1. Çok dövmek. 2. Çok çalıştırıp adamakıllı yormak. 3. İyice ezmek."Kazma sallamaktan pestilimiz çıktı."
Peşini bırakmamak: Bir şeyi izlemekten vazgeçmemek."Adamın peşini bırakmayın sakın!"
Peşkeş çekmek: Kendisinin veya bir başkasının malını bir çıkar uğruna birisine uygunsuz olarak vermek."Yurdu düşmanlara peşkeş çekiyorlar."
Peyda olmak: Ortaya çıkmak, belirmek, oluşmak."Köşede bir adam peyda oldu."
Pılıyı pırtıyı toplamak: Hemen bütün eşyalarını toplayarak bir yere gitmek üzere hazırlık yapmak."Pılıyı pırtıyı toplamış bekliyordu."
Bilgicik.Com, Türkçe, Edebiyat, Roman Özetleri, Duvar Yazıları, Atasözleri, Hızlı Okuma, Özlü Sözler, Türk
Pire için yorgan yakmak: Önemsiz bir şey için kızıp daha büyük zarara yol açacak davranış içine girmek.
Pireyi deve yapmak: Küçük, basit bir olayı büyütüp mesele yapmak, aşırı abartmak.
Pisi pisine: Boş yere, boşuna."Pisi pisine vurdular çocukcağızı."
Pis pis düşünmek: Karamsar, derin ve üzüntülü bir düşünceye dalmak."Pis pis düşünmeyi bırak da bir yol arayalım."
Pis pis gülmek: Birinin düştüğü kötü duruma öç alır gibi, arsız arsız gülmek.
Pişkinliğe vurmak: Çıkarı için kötü bir davranışa veya söze aldırmamak.
Pişmiş aşa su katmak: Yoluna girmiş, bitmek üzere olan bir işi bozmak ya da aksatmak."Pişmiş aşa su katabilir, onu buraya sokmayın."
Pişmiş kelle gibi sırıtmak: Anlamsız, çirkin, yersiz, dişlerini göstererek gülmek."Pişmiş kelle gibi gülmeyi bırak da işine bak."
Posasını çıkarmak: 1. Birini çok dövmek. 2. Bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek."Ülkenin posasını çıkardılar, biz hâlâ seyrediyoruz."
Posta koymak: Birini korkutmak, gözdağı vermek, tehdit etmek."Bana posta koyacak adam daha anasından doğmadı."
Postayı kesmek: İlişkiyi kesmek, gidip gelişi sona erdirmek.
Post elden gitmek: 1. Öldürülmek. 2. Bulunduğu yüksek makamdan ayrılmak zorunda kalmak."Post elden gidince kahretti adam."
Post kavgası: Bir makamı, işi ya da iktidarı ele geçirme çekişmesi."Seçimler yaklaştı, post kavgası da başladı."
Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak."Postu kurtardık çok şükür."
Postu sermek: Kısa bir süre için gittiği yerde, saygısızca ve sorumsuzca uzun süre kalmak.
Pot kırmak: Gaf yapmak, farkında olmayarak karşısındakini kıracak, incitecek söz söylemek."Dikkatli ol, bir pot kırma sakın."
Pösteki saymak: İçinden çıkılması zor ve anlamsız bir işle uğraşmak."Ne mi yapıyorlar? Pösteki sayıp duruyorlar."
Prangaya vurmak: Zincire vurmak, ayağına pranga bağlamak."Prangaya vurulu olarak yıllarca kaldı o hapishanede."
Puan almak: 1. Spor karşılaşmalarında sayı kazanmak. 2. Bir test imtihanında herhangi bir puan elde etmek."Şu sorulardan hiç puan alamayacağımı sanıyordum."
Puan tutturmak: Gereken sayıda puan kazanmak."Bu sene puan tutturup da üniversiteye girecek miyim bilmiyorum!"
Punduna getirmek: Bir şeyi yapmak için uygun şartları elde etmek, fırsat kollamak."Punduna getirir getirmez patlattı yumruğunu."
Pupa yelken: 1. Alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan. 2. Yelkenler, arkadan esen rüzgârla şişmiş olarak, tam yolla."Pupa yelken açıldık denize."
Pusu kurmak: Birine saldırmak için, bir yere gizlenip beklemek."Düşmanlarımızın pusu kurduğundan tam zamanında haberdar olmuştuk."
Pusulayı şaşırmak: 1. Ne yapacağını bilemez duruma düşmek. 2. Doğru tutum ve davranıştan ayrılmak."İyice pusulayı şaşırmadan uyarmalıyız onu."
Pusuya düşmek: Pusu kuran kimsenin saldırı alanı içine girmek."Eyvah, pusuya düşürdüler bizi!"
Put gibi: Kımıltısız, sessiz, anlamsız bir bakışla.
Put kesilmek: Sessiz, kımıltısız bir durumda kalmak."Onun bağırmasıyla herkes bir anda put kesildi!"
Püf noktası: Bir işin en ince, en önemli yeri.
Püsküllü belâ: Kendisinden kurtulunması bir türlü mümkün olmayan, büyük sıkıntı, zarar veren kimse veya şey."Başıma püsküllü belâ kesildi bu çocuk."
|