Nazım Hikmet Ran

AŞI
1

tarla hazırdı
koyu esmer eti anadan doğma çırılçıplak
tarla hazırdı
şişkin ıslak dudaklarını açmıştı yarı yarıya
uzun sürmedi bekleyiş
sabah aydınlığında canlı küçük kurtlar gibi yukardan saçılıp aktı tohum
hazla ürperdi toprak
içine çekti akanı
            açılıp kapanarak
                 açılıp kapanarak
sonra da mahmur
            bir kat daha güzel
                      terli kabarık
                              gerindi
ben ölümden kuvvetliyim diyebilirdi
                                         gebeydi artık

2

arılar fırladı güneşe doğru
en önde kızoğlankız yeni beyarı
nazlı bir vızıltıdır zar gibi ince şeffaf kanatları
beli koptu kopacak
altın tüylü süzme karnında da üç kızıl kuşak
yetişip önledi onu erkeklerin en güçlüsü
sonra yukarda boşlukta güneşin orda
                        dikenli incecik bacakları karıştı birbirine
bir saniye sürdü aşı
silkinip kurtuldu dişi
düştü erkek
             içinden kopan etleriyle toprağa

3

odalarının penceresi ormana açık
ağır yaz bulutlarının altında orman
bir yumurtalık gibi de nemli ılık
erkeğin yüzünde aşağıdan
                               kadının gözlerinden vuran ışık
ormanın üstüne yağmur boşandı ansızın
yeşil elâ gözlerini yumdu kadın
yarı açık ağzında ıslak dişleri berrak duru
içinde taa yüreğinin kökünde sıcak sıcak duydu yağmuru

4

atan bir damar gibi akıyor nehir
acı yemişleri dikenli dallarıyla duruyor ağaç
                                                     duruyor kıraç yabani
güneşte bir şarkı gibi parladı balta
kesildi ağacın gövdesi orta yerinden
ihtiyardı esmerdi ıslaktı makta
                                        kanayacaktı da âdeta
aşı bıçağıyla açıldı yarık
sokuldu ucu kalemin
bu kesik
       bu yabani gövdede müjdesi vardı artık
                              dikensiz dalları
                                     ince kabuklu tatlı yemişleri
                                         geniş yapraklarıyla gelecek olan
                                                                    yepyeni bir âlemin.

                                                            1948


BAHRİ HAZER
Ufuklardan ufuklara
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgârların dilini konuşıyor balam,
konuşup coşuyordu!
Kim demiş "çört vazmi!"
                            Hazer ölü bir göle benzer!
Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur Hazer!
Hazerde dost gezer, e.....y!..
                            düşman gezer!

Dalga bir dağdır
                 kayık bir geyik!
Dalga bir kuyu
                 kayık bir kova!
Çıkıyor kayık
             iniyor kayık,
devrilen 
        bir atın 
              sırtından inip,
şahlanan
         bir ata 
              biniyor kayık!

Ve Türkmen kayıkçı
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
Başında kocaman kara bir papak;
bu papak değil:
tüylü bir koyunu karnından yarıp
                                          geçirmiş başına!
Koyunun tüyleri düşmüş kaşına!

Çıkıyor kayık
              iniyor kayık

Ve kayıkçı
"Türkmenistanlı bir Buda heykeli" gibi
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,
fakat, sanma ki Hazerin karşısında elpençe divan durmuş!
O da bir Buda heykelinin 
taştan sükûnu gibi kendinden emin
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.

Bakmıyor
           kayığa
                sarılan 
                       sulara!
Bakmıyor
           çatlayıp 
                   yarılan 
                         sulara!

Çıkıyor kayık
               iniyor kayık,
devrilen
        bir atın
              sırtından inip
şahlanan
         bir ata 
              biniyor kayık!

- Yaman esiyor be karayel yaman!
  Sakın özünü Hazerin hilesinden aman!
  Aman oyun oynamasın sana rüzgâr!
           
- Aldırma anam ne çıkar?
  Ne çıkar 
           kudurtsun
                       karayel 
                               suları,
Hazerde doğanın
                      Hazerdir mezarı!

Çıkıyor kayık 
              iniyor kayık
çıkıyor ka...
            iniyor ka...
Çık...
     in...
        çık...


BEŞ SATIRLA
Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.



Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

1 Temmuz [1957], Balçik



Ziyaretçi Sayacı
 
Arama
 
Gündemdekiler
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol